Siyasete Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dan aldığı feyz ile başlayan Korkmaz, şu an Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ile birlikte parti çatısı altında bazı etkin çalışmalarda bulunuyor. Ankara’da oldukça aktif bir yaşam süren Korkmaz, bizlerle Türkiye’deki demokrasinin işleyişi hakkındaki bilgilerini paylaştı. Ayrıca ülke siyasetinin iki etkin ismi Ümit Özdağ ve Selçuk Özdağ arasındaki farklardan bahsetti. Son olarak da ülkedeki gençlerin durumunu kendi bakış açısıyla değerlendirirken, artık eskimiş köhne politikaların geçerliliğini kaybettiğini dile getirdi.
Röportajımıza başlamadan önce bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Enpolitik haber sitesi Genel Yayın Yönetmeniyim. Ayrıca Gelecek Partisi Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanlığının danışmanıyım. İlerici Demokrasi Platformu kurucu başkanıyım. Platformumuz yeni kurulan bir platform. Yakın zamanda genel kurulunu yapacağız. 25 yıldır ailemle birlikte Salihli’de yaşıyorum. Evli ve bir kız babasıyım. 15 yıldır da Ankara-Salihli arasında mekik dokuyorum.
Seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu üzerine araştırmalarınız ve çalışmalarınız var… Bu konuyla başlayalım isterseniz…
Türkiye’ye yeni bir demokratik anlayışın gelmesi gerektiğini savunuyoruz. Güçlendirilmiş parlamenter sistemin de bunun çağrısı olmadığını artık ilerici bir demokrasi anlayışının gelmesi gerektiğini söylüyoruz.
Bu nasıl olacak?
Günümüzde Türkiye’nin en çok rahatsız olduğu alan aslında başkanlık sistemi ya da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi vesaire değil. Anti demokratik uygulamaların baş göstermesi. Bunun müsebbibinin tek adam rejimi olduğu söyleniyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, evet tek bir kişinin etrafında toplanmış çok büyük muhteşem bir yetki. Yani Abdülhamit Han’da olmayan yetkilerin olduğu bir sistemden bahsediyoruz. Bir nevi mutlak monarşi gibi. Tek farkı babadan oğula geçmiyor. Şimdi muhalefetin önermiş olduğu sistem de güçlendirilmiş parlamenter sistem. Yani ondan sonra gelecek olanlar belki de yeniden güçlendirilmiş bir cumhurbaşkanlığı sistemi diyebilirler. Parlamenter sistem vardı. Parlamenter sistemden sonra cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtik. Şimdi diyoruz ki güçlendirilmiş parlamenter sistem gelmesi gerekiyor. Ama diyorum ya; yarın bir gün güçlendirdiğimiz parlamenter sisteme muhalefet edenler, “O zaman biz de güçlendirilmiş bir cumhurbaşkanlığı sistemi getirelim” diyebilirler.
Sizin buna karşılık olarak öne sürdüğünü şey nedir?
AK Parti 20 sene önce geldiğinde insanlara bambaşka bir şey sunmuştu. Demişti ki; “Muhafazakâr demokrasi.. Bizler muhafazakâr demokratlarız.” Dedik ki, “Nedir bu?” Herkes şaşırdı. Böyle bir kavramı ilk defa duyuyorduk.
Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben ‘ilerici demokrat’ olarak tanımlıyorum kendimi. Bizim felsefemiz ilerici demokrasi. Biz demokrasi üzerine çalışıyoruz. Demokrasi. 2022 yılındayız. Zaman çok hızlı ilerliyor. Çağ çok hızlı değişiyor.
Geçmişten günümüze Türkiye’de nasıl bir demokrasi anlayışının uygulandığını mı inceliyorsunuz?
Tabii ki bunun tahlilini yaptık ama sadece Türkiye ile sınırlı kalmadık. Antik Yunan’dan bu yana demokrasiyi inceledik. Ele aldık.
Antik Yunan’daki demokrasiyle, şu andaki demokrasi arasında ne tür farklar var?
Türkiye’de de gerçek demokrasinin uygulandığı bir alan var. O da muhtar seçimi. Türkiye’de demokrasinin en iyi uygulanma biçimi muhtar seçimidir. Vatandaş doğrudan kimi seçtiğini bilir. Muhtar olmak isteyen herkes yasalar çerçevesinde aday olabilir ve isteyen herkes seçmene doğrudan ulaşıp seçime katılabilir.
Muhtar seçimi olayı ilginç. Antik Yunan’daki Demokrasi anlayışına en yakın olanı muhtar seçimleri mi diyorsunuz?
Evet doğrudan demokrasi. Çünkü muhtar seçimlerinde adayı biliyoruz. Aday senin bildiğin bir aday. Senden bir aday. Senin adayın. Doğrudan sen seçiyorsun. Sınıf başkanı gibi düşünün.
Peki milletvekili seçimi?
Çok yanlış. Biz onlara karşıyız işte.
Belli adaylar var ve biz onları seçiyoruz. Bu yüzden yanlış sanırım…
Evet…
O zaman belediye başkanlığı seçimleri de aynı şekilde. Çünkü yine belirli adaylar var ve biz onlardan birini seçmek zorundayız.
Elbette. Şimdi bağımsız belediye başkanlığı adayı dediğimiz kavram bile halktan ötekileştirilmiş vaziyette. Yani bir kişi “Ben belediye başkanı adayıyım” dediği zaman önce soruyorlar: “Hangi partiden?” “Belediye başkanı adayıyım” cümlesine bağlı kalmıyorlar. Hangi partiden sorusunu sana soruyorlar.
Siyasi partileri ne yapacaksınız o zaman?
Siyasi partilerle yönetilmiyoruz aslında. Siyasi partiler aracılığıyla yönetiyoruz. Ben de diyorum ki siyasi partiler aracılığıyla yönetmeye aslında gerek yok. Siyasi partiler aracı olarak kalsınlar. Amaç olmasınlar.
Ne olması lazım yani?
İşte tam da burada ve bunun için yeni bir kavram gerekiyordu. Bizler de ‘İlerici demokrasi’ diye bir kavram üzerine çalıştık. İlerici kavramı, mevcut durumun kötü yanlarını atıp, iyi yanlarına bakıp; o iyiyi de devrimsel niteliklerle geriye dönemeyecek biçimde ileriye taşımaktır.
Mesela ne yapılması lazım şu an?
Bunun için bir basamak var. Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Önce güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş yapacağız. Ama güçlendirilmiş parlamenter sistem için de şöyle bir şey var. Tabiri caizse yetmez ama evet. Niye yetmez? Çünkü artık mevcut 2022-23-24 yıllarının; yani çağın, bilgi çağının, bilim çağının zirve yaptığı zamanlarda mevcut demokratik anlayışlar da yetersiz.
Demokrasi anlamında çok büyük bir geri gidiş mi oldu demek bu?
Evet dünya genelinde böyle. Mevcut demokrasiler dünyaya yetmiyor şu anda. Bakın bundan yaklaşık 55 sene önce 68 kuşağı hareketleri başladı. Sanayi Devrimi ile başlayan özgürleşme hareketleri altmışlarda yetmez oldu. Yetmediği için daha fazlasını istedi insanlar. Dolayısıyla da 68 kuşağı dediğimiz bir kuşak çıktı ortaya. Bunlar daha fazla özgürlük istediler. Daha fazla demokrasi… Sansürün daha az olduğu hatta olmadığı bir dünya teşkil ettiler.
Ve engellerenerek önleri kesildi..
Aslında kesilmedi. Mesela Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği yasalarına baktığımız zaman bunu daha net bir şekilde görebiliyoruz. Fakat yetmiyor. Demokrasi neydi? Halkın kendi kendisini yönetmesi… İlerici demokrasi de şu oluyor: “Halkın kendi kendisini doğrudan yönetebilmesi ve ilaveten kendi kendisini aracısız bir şekilde sınırlayabilmesi.” Biz bunu öneriyoruz. Şu an dünyanın ve Türkiye’nin ihtiyacı olan şey budur. Bunun yöntemlerini tartışmak gerekiyor. Bununla ilgili bir yönetim biçimi oluşturmak gerekiyor.
Siyaset yolunda sizin için değerli iki Özdağ var. Birisi Ümit Özdağ, diğeri de şu an birlikte yol yürüdüğünüz Selçuk Özdağ. Ümit Özdağ ile başlayalım isterseniz. Ümit Özdağ hayatınıza nasıl girdi?
2007 yılında Gazi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okumak için Ankara’ya gittim. Orada okurken Ümit Özdağ benim siyaset bilimi dersime gelen bir hocamdı. Siyaset bilimi profesörüydü kendisi. Aynı zamanda 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü başkanıydı. Ben de onun yanında staj yaptım. Hafta sonları bir çalışma grubumuz vardı. Orada Ümit Özdağ’dan feyz alıyorduk. Yaklaşık iki yıl çalıştık onun yanında enstitüsünde. Ve orada kendimize çok fazla şey kattığımızı düşünüyorum. Kaderin cilvesi, siyaseti bir bilim olarak da pratik bakımdan da ilk öğrendiğim yer Ümit Özdağ’ın yanıydı. Şu an ise merkez sağ siyasetinin bire bir bence en büyük uygulayıcılarından biri olan Selçuk Özdağ’ın yanında da artık partisel siyaset yapıyorum.
Selçuk Özdağ’ın yanındaki göreviniz nedir?
Şimdi Selçuk Bey çok aktif bir politikacı.
Evet çok aktif…
Evet evet… Selçuk Bey’le biz parti politikalarıyla alakalı, yani benim asli görevim üzerine çalışıyoruz ki; Türkiye’nin bence en önemli çalışma sahasıdır sivil toplum hareketleri ve örgütleri. Bu konuda Selçuk Bey’le beraber çalışıyoruz. Bunun haricinde ben malumunuz Enpolitik haber sitesinde genel yayın yönetmeniyim.
Evet Selçuk Özdağ tarafından kuruldu enpolitik öyle değil mi?
Evet kendisinin hamiliğinde kurulan bir haber portalı enpolitik.com.. Özgür basın. Mottomuz da zaten bu: “Enpolitik özgürce yazar”. Selçuk Bey biliyorsunuz, sansürün karşısında yer alan bir insandır. Ankara merkezli çalışmalar üretiyoruz. Yani bu sansürün zirve yaptığı ortamda ne kadar çalışılabilirse o kadar çalışıyoruz. Sadece bir partinin yayın organı değil kesinlikle. AK Parti’sinden CHP’sine, MHP’sinden HDP’sine her siyasi partiye ve her siyasi görüşe yer verilen bir yayın organı.
Genelde yayın organları herhangi bir siyasi görüşün veya partinin yandaşı olarak hizmet ediyor. Enpolitik’te bunun olmaması oldukça güzel… ManisaTürk olarak biz de bu böyle bir yayın politikası güdüyoruz.
Tabi ki… “Yandaşlık” dediğimiz şey insanı sınırlar. Biz sınırları aşıyoruz Enpolitik’te. Özgürce yazabilenlerin yeri burası.
Selçuk Özdağ’ın da bir köşesi var..
Evet, başyazarımız Selçuk Özdağ. Onun haricinde aklınıza kim geliyorsa merkez sağdan, hemen hemen herkesin köşesinde yer ettiği bir yerden bahsediyoruz. Keza sol cenahtan yazarlarımız var. Herkes dilediği gibi yazabiliyor. Sadece tek bir kuralımız var. Hukuk kuralları çerçevesinde. “Herkesi kırabiliriz” diyoruz biz. Bizim kalemimiz keskindir. Herkesi kırabiliriz ama kimseyle hukuk kuralları dışına çıkarak karşı karşıya gelmeyeceğiz. Bunu taahhüt ediyoruz yani. Hukuk bizim temel çizimimiz.
Sizin gibi bilinçli bir insanın başında olduğu bir yayın kuruluşu gerçekten çok değerli.
Teşekkür ederim. Biz seçime de bu noktada hazırlanıyoruz zaten. Kendi duruşumuzdan taviz vermiyoruz. Bu duruşumuzu asla makam, mevki, para, pul için bozacak değiliz. Öyle bir gayemiz hiçbir zaman olmadı hayatımız boyunca.
“Ümit Özdağ ve Selçuk Özdağ” bu nasıl bir tesadüf böyle?
Tevafuk… Siyaset denen olguya, bu sisteme 15 sene önce beraber başladığımız kişi Ümit Özdağ’dı. 15 sene sonra Türkiye’nin kader seçimlerine girdiğimiz isim Selçuk Özdağ… Soy isimleri Özdağ.
Ve ikisi de gerçekten Türkiye siyaseti için önemli isimler.
Evet ama çok zıt görüşe sahipler. Yani Ümit Özdağ’ın görüşleriyle, Selçuk Bey’in görüşleri tamamen birbirine zıttır.
Öyle mi?
Ortak tek bir paydaları var. Vatan sevgisi. İkisinin de vatan sevgisinden eminim. İkisi de müthiş bir vatan sevgisiyle dolu insanlardır. Sadece vatanı sevme yolları biraz farklı.
Hangi yönlerden zıtlar?
Selçuk Bey hümanizmi doruklarına kadar yaşayan bir insan. Kürt, Türk, Çingene, Abaz, Gürcü, her neyse hiç ayırt etmez. Dinsel bazda bile bakmaz. Sadece insan olmasına bakar. Yunus Emre gibidir. Selçuk bey Yunus Emre gözüyle bakar.
Ümit Özdağ?
Ümit Özdağ ise Yunus Emre değil de Cengiz Han gözüyle bakar. Cengiz yasalarıyla adletmeye gayret eden bir insandır.Selçuk Bey’de şöyle bir şey var. Selçuk Özdağ vatan sınırlarını korumak için canını verir. Ama onun için vatan sadece 780 bin kilometre karelik bir alan değildir. Aslında onun yaşadığı coğrafya insanın insan olarak yaşadığı coğrafyadır. Ama Ümit Özdağ öncelikleri olan birisi. Önceliğine vatan dediğimiz bu toprak parçasının üstünde yaşayan Türk dediğimiz milleti koyar.
Ümit Özdağ daha mı Türkçü mü?
Ümit bey Türkçü Turancıdır… Selçuk Bey asla ve asla İslami değerlerden taviz vermeyecek kategoridedir. Türk İslamcıdır. Selçuk Özdağ İslami değerlerden ödün vermeden milliyetçiliği yürüten bir insan. Örnek veriyorum, 28 Şubat sürecinde mülakatlarda şöyle bir soru sorarlarmış: “Kayıkla gidiyorsun iki kişi suya düşmüş. Biri Müslüman diğeri Türk. Önce hangisini kurtarırsın?” Efendim Müslümanı kurtarırım dersen eleniyorsun. Türk’ü dersen kalıyorsun. Selçuk Bey’e böyle bir soru sorulsa “Tereddütsüz ikisini birden kurtarmak için her şeyi yaparım” der.
Ümit Özdağ kimi kurtarır?
Direkt Türk’ü kurtarır. Selçuk Bey insan için ölür, Ümit Bey Türk’ü yaşatmak için her şeyi yapar.
Siyasette gençlerin önünün açılmasını savunuyorsunuz ve kendiniz de genç bir siyasetçi olarak köhneleşmiş sistemlerin yenilenmesinden yanasınız…
Demokrasiden ve çağın ihtiyaçlarından bahsettik. Çağın ihtiyacı gençliğe göre şekilleniyor aslında. Gençliğin ihtiyaçları eşittir çağın ihtiyaçları. Çağ yani gençler şunu istiyor; daha fazla özgürlük istiyorlar, daha fazla demokrasi istiyorlar.
Ben şu an baktığımda gençler başka bir dünyada, mevcut politikacılar bambaşka bir dünyada. Gençler artık bunu görüyorlar.
Berna Hanım mesela sizin kuşağınızla bizim kuşağımız aynı kuşak. Bizde şöyle bir şey vardı. Eskiden büyüklerimiz bize ne derlerdi? Bunu giyeceksin derlerdi giyerdik. Evet şimdi baktığımız zaman kendi çocuklarımızdan da bunu biliyoruz. Asla verileni değil, istediklerini elde ediyorlar. Mevzu burada bitiyor biliyor musunuz? Yani Z kuşağı, X kuşağı, Y kuşağı bilmem ne değildir bu. Bu aslında bir zihniyet. Zihniyet dönüşümü. Dünya zihniyet dönüşümünü gerçekleştirdi. Bu zihniyet dönüşümü beraberinde sistemsel dönüşümü gerçekleştirmek zorunda. Bunun için de gençlerin aktif olması gerekiyor. Şimdi biz politikacılarda neye bakardık? Efendim devlet tecrübesi var mı? Devlet dediğimiz olgu dahi şu anda değişmesi zaruri olan bir olgu haline gelmiş. Bu ayrıca bir tartışma konusu tabi… Eskiden derdik ki efendim tecrübe, tecrübe arardık. Tecrübe dediğimiz olay da yıllanmış bir kavramla özdeşleşir. Yani yılların tecrübesi derler. Bir kişinin beş yılda elde edeceği birikimi; bilim çağında, teknoloji çağında beş ayda elde edebiliyoruz. Yani 26-27 yaşındaki bir genç, şu an 50 yaşındaki bir kişi kadar tecrübeli olabiliyor.
Evet doğru…
İşte o yüzden siyasette gençlere daha fazla alan bırakmak lazım. Biz siyaseti toplum için yapmıyor muyuz? Evet. Toplumun ihtiyaçlarını gençler daha iyi bilmiyor mu? O zaman bırakalım, toplumu gençler yönetsin. Bundan niye kaçıyoruz?
Bu mümkün mü sizce Türkiye’de?
İlerici demokrasi olursa mümkün. Bir örnek vereyim ilerici demokrasiden… Ben; “Sevgili üniversiteli arkadaşım kendi rektörünü seçmek istemez misin?” diye soruyorum mesela. Bunu duyan gençler bayılıyorlar. Biz halen daha rektör atamanın derdindeyiz. Rektör seçmeyi bile düşünmüyoruz.
Gençlerin üzerindeki yılgınlık belki bunlardan ileri geliyor..
Gençler yok sayıldığını düşünüyorlar.. Siyasette efendim lütufmuş gibi bir kavram var. Kontenjan kavramı. Her parti kendi gönlünce gençlere kontenjan ayırmış. Ne büyük lütuf!
Evet çok doğru bu…
18 yaşını geçen herkes seçme ve seçilme hakkına sahipse, 18 yaşını geçen insanlara belli bir kontenjan ayırmaktansa, serbest bırakıp, diledikleri gibi katılmaları daha mantıklı.
Kadınlar için de aynı şey geçerli. Kadın kontenjanı çok saçma bir şey..
Bu dediğiniz cinsiyetçiliğe de giriyor aslında. Genç olmanın bir kontenjanı var. Bir de gençler arasında kadın olduğun zaman kontenjanı belli olduğu için; seni genç kontenjandan değil de kadın kontenjanından değerlendiriyorlar. Yani genç bir kadınsan yandın. Vay haline.. Kontenjanın kontenjanına muhtaçsın.
Tebrik ederim… Ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi.
Bunların aşılması gerekiyor. Türkiye’de oy kullanan yüzde yirmiye yakın genç var. Oy kullanan ve yüzde yirmiye yakın. Oyların eşite yayıldığı bir Türkiye’de yüzde yirmi alan parti birinci parti çıkıyor. Mevzu gençlerin önünü açmak değildir. Olay gençlerin önündeki seti kaldırmaktır. Setleri kaldırın yeter. Kontenjanla falan bu işler olmaz. Bu işleri gençler çözer. Siyasette gençlere daha fazla söz hakkı vermek lazım. Sen bilmezsin otur dediğimiz kavramlar eskide kaldı. Büyüklerin yanında konuşulmaz dediğimiz kavramlar geride kaldı.
Türkiye’de bir beyin göçü olayı yaşanıyor. Gençler yurt dışına kaçmak istiyorlar.
Türkiye’deki temel mesele beyin göçü değil, gençlerin göçüdür. Eskiden derlerdi ki hekimlerimiz, mühendislerimiz gidiyor. Ama hayır artık ne olursa olsun, hangi dalda olursa olsun gençlerimiz gidiyor, gençlerimiz kayıp gidiyor. Yüz sene önce Balkan Savaşlarından başlayan bir süreçle gençlerimize kıydılar. Bugün de maalesef ki ağır ekonomik krizler, kayırmacılık, mülakat sistemi saçmalığı, sınav sistemindeki adaletsizlik, sınav sorularının sızdırılması, dağıtılması gibi kavramlarla gençler umutsuzluğa sevk ediliyor. Umutsuz olan gençler de kendini hiç vasfı farketmezsizin kaçak yollardan, legal yollardan yurt dışına atmaya çalışıyor.
Torpilin legal bir hal alması da gençleri bunaltan başka bir sorun…
Artık boyut çok daha fazla oldu. Torpil dediğimiz olay şöyle bir şeydir: Kayırmacılık dediğimiz sistem; yani dayın kadar konuş. Evet. Dayın kadar konuş sistemi var. Bu torpil öyle bir boyuta geldi ki zaten; artık torpilin torpili gerekiyor bazı konularda.. Yani vekil torpilinin yetmediği yerler var. Bakan torpilinin yetmediği yerler var. Torpil dediğimiz kavram da çok farklı işliyor. Ve gençlik artık bıkmış vaziyette. Bilimsel manada kendisini geliştirmek için uğraşmıyorlar. Uğraşma gereği hissetmiyorlar. Çünkü ne elde edeceğiz ki diyorlar. 2021 YKS krizine kimse eğilmedi. 2022’de KPSS patlayınca herkesin gözü sınavlara odaklanmış vaziyette. Bu ülkede 2018’den 2022 yılına kadarki tüm KPSS sınavları şu anda inceleme altında biliyor musunuz? Peki şöyle bir şey söyleyeceğim ben size. 2010 KPSS krizini hatırlıyoruz. 2012-2014-2016… Bunlar Fethullah Gülen yapılanmasının kontrolü altındaydı. 2016’dan sonra 2018 KPSS, 2021 KPSS, 2022 KPSS… Savcılıkta bu son altı yıldaki üç KPSS inceleme altına alınmış. Memlekette 12 yıllık bir serüven var. Merkezi atama dediğimiz, torpilin gerekmediği; sınav puanına göre atamanın yapılabildiği bir sınavda bile böyle bir durumla karşı karşıya kalınca, gençlik niye ders çalışsın? Hadi bunlar KPSS. Hakimlik sınavları, savcılık sınavlarını ne yapacaksın? Nereye atacaksın? Gençliğin kendisine güvenip de ben çok zekiyim, çalışırım yaparım diyeceği anı da bitirdiler. Mevzu budur…