Türkiye, dünyanın ilk kapsamlı iklim anlaşması olarak tarihi önem taşıyan Paris Anlaşmasını onaylarken anlaşmadaki bilimsel verileri kabul etmeyen ve iklim krizinin gerçek olmadığını savunan komplo teorisyenleri ise sosyal medyada karşı paylaşım yapıyor. Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinan Alper, aşı konusundaki komplo teorilerinin aşılanmadaki olumsuz etkilerini hatırlatarak, “İklim değişikliği konusu gündemimize girdikçe, bu konudaki komplo teorileri de daha çok gündeme gelecektir. Bu da bilim kaynaklı önerilerin dinlenmemesine sebep olabilir ve iklim değişikliği konusundaki mücadeleye sekte vurabilir” uyarısında bulundu.
Ay’a aslında hiç çıkılmadığından korona virüs salgınının bir yalan olduğuna ve insanları kontrol etmek için aşısının üretildiğini savunan komplo teorisyenleri, bu kez aynı şekilde iklim krizinin gerçek olmadığını savunup sosyal medyada paylaşımlar yapıyor. Yaşar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Sinan Alper, bu tarz komplo teorilerine inanmanın ne gibi sakıncaları olabileceğini değerlendirdi.
Binlerce farklı komplo teorisi olduğunu belirten Doç. Dr. Sinan Alper, “İklim krizi hayatımızın her alanında çok radikal değişikliklere sebep olacak. Yediğimiz şeyden tüketim alışkanlıklarımıza, çevreye olan tutumumuzdan ekonomik önceliklerimize kadar birçok konuda tutum değişikliğine gidilmesi gerekecek. Bu değişiklikleri henüz tam anlamıyla yaşamamış olmamıza rağmen bu konuda çeşitli komplo teorileri ortaya çıkmaya başladı. İnsan kaynaklı bir iklim değişikliğinin aslında yaşanmadığını veya yaşandığını ama bunun bir çeşit plan çerçevesinde kasten düzenlendiğini iddia eden komplo teorisyenleri var. İklim değişikliği konusu gündemimize girdikçe, bu konudaki komplo teorileri de daha çok gündeme gelecektir. Bu da bilim kaynaklı önerilerin dinlenmemesine sebep olabilir, iklim değişikliği konusundaki mücadeleye sekte vurabilir” diye konuştu.
“İklim değişikliği mücadelesine zarar verebilir”
“Ay’a aslında hiç çıkılmadı” gibi komplo teorilerine inanmanın ilk bakışta zararsız gibi görünse de topluma olası zararlarını anlatan Sinan Alper, “Ay’a aslında hiç çıkılmadığına veya ölmüş ünlü bir şarkıcının aslında ölmediğine inanmak gibi komplo teorileri, bugüne kadar genelde zararsız görüldü. Ancak çalışmalar gösteriyor ki bir komplo teorisini inandırıcı bulan insanlar, aynı düşünme biçimini farklı durumlarda da tekrarladıklarından, çok farklı komplo teorilerine inanmaya çok meyilli oluyor. Bu tarz komplocu zihin yapısının zararlı etkilerini Covid-19 sürecinde gördük. İklim krizi sürecinde de benzerlerini deneyimleyeceğiz gibi gözüküyor” dedi.
“Sosyal medyada hızla yayılıyor”
Sağlıktan, iklim krizine kadar neredeyse her alanda karşımıza çıkan komplo teorilerinin sosyal medya vb. mecralarda hızla yayıldığına dikkat çeken Doç. Dr. Alper, şunları söyledi: “Komplo teorileri ve bilim karşıtı fikirler, aslında sesi çok fazla çıkan çok küçük bir grup tarafından sosyal medyaya yayılıyor. Genelde insanların korkularına, kaygılarına hitap eden şeyler oldukları için de konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan insanları kolaylıkla alarma geçirebiliyor. Bu tarz konuların iletişiminde, duygulardan çok soğukkanlı bir şekilde akla ve mantığa hitap etmeli, konunun da hep bu düzlemde tartışılmasını sağlamalıyız.”
Komplo teorilerine karşı ve kontrolsüzce yayılmalarını önlemek için yapılabilecekleri de anlatan Alper, “Öncelikle bireylerin komplo teorilerine karşı direncini arttırmak gerekiyor. Analitik, rasyonel düşünme becerisini geliştirir, bilim okuryazarlığını arttırabilirsek bunu sağlayabiliriz. İkinci aşama ise işin toplumsal kısmı. Kurumlar ve otorite figürlerinin sosyal güveni inşa etmesi, güven zedeleyici her türlü şeyden kaçınması gerekir. Çünkü bu güven kırıldığında, komplo teorileri de insanlara makul açıklamalarmış gibi gelmeye başlıyor, çünkü güvenmedikleri insanların her türlü kirli iş içine girmiş olabileceklerini düşünüyorlar” dedi.
Sinan Alper, Covid-19 salgını gibi toplumsal kriz durumlarında komplo teorilerinin artış gösterdiğini de belirterek, “Çünkü kriz durumları, toplumsal bir değişimi getirir ve insanlar bu değişim sürecinde haksızlığa uğruyor olabileceklerine dair derin bir endişe duymaya başlar. O yüzden kurumların kriz durumlarında sosyal güveni korumaya büyük özen göstermesi gerekiyor” uyarısında bulundu.