Geçmişten kalan bir ‘GÜNCE’mden bir bölümYaşadığımız günlerin izi, yaşamın gizine götürür bizi…
* Nedir böylesi günler? Örnekse, ilk kez okula başladığımız günü anımsayın; şaşkın, ürkek, hatta ağlamaklı oluşumuzu. Bunu çocuklarımla tattım ben. Ben o günümü anımsamıyorum. Ama Öğretmen amcam götürmüştür okula. Aynı köyün çocukları olmamıza karşın yine de heyecanlanmışızdır sınıfta. Liseyi İstanbul’da Kabataş’ta yatılı okudum. Dünürümüz Hacı Abdullah Oktay beni otelde bırakıp gidince yalnız, ağlamaklı ve umarsız halim bile hâlâ gözlerimin önündedir. Üniversite ise bambaşka bir ortamdı. Ayrılıklara alışmıştım. Bundan sonra disipline olup başarıyı kendim yaratacaktım. Bunu son yıl yapamadım. Bu beni yedek subay öğretmen olarak Uşak’ın Sivaslı ilçesi Cinoğlu köyüne götürdü. O köydeki ilk gecemi, o gecemde ilk kez çektiğim diş ağrısından dolayı oraya gelmekle duyduğum pişmanlık da belleğimdedir. Evlenme günü Alaplı’dan Devrek’e gelene kadar çektiğim heyecan ve suskunluğu da, yol boyundaki sonbaharın güzelliklerini ise hep anımsıyorum her sonbaharda. Buna ilk çocuğum-ilk kızım Çiğdem’in doğumunda yaşadığım heyecan, korku ve sıkıntıyı da eklemem gerekiyor. Adeta doğuran bendim sanki Oğlum ve ikinci kızımın doğumlarında bu kadar sıkıntı çekmedim, çünkü eşimin yanında değildim!
* Bir önemli gün de eşimi ilk gördüğüm gün; o gün bugüne getirdi bizi. 44. yılımız içindeyiz. Hani vuruldum derler ya; ben çarpıldım. Diğer önemli gün de 14 Eylül 1966 günüdür. O gün nişan yüzüklerimizi takarken; kuyumcudaki radyodan Cemal Gürsel’in ölüm haberi duyuruluyordu. Babamı yitirdiğim, bir hiç uğruna benimle dargın giden sevgili amcamı (günlerce ağlayarak, onlara şiirler yazdığım günleri de) hâlâ yüreğimde taşıyorum… Oğlumu askere gönderirken de, Lüleburgaz’da ondan ayrılırken de ağladığım günü hangi baba kendi çocuğu için yapmadı? 1993’ün 17 Mayıs’ında hiç yaşamadığım, ne olduğunu kavrayamadığım, ölümü ve sıcak nefesini hissettiren Azrail’den kurtulduğum trafik kazası da hâlâ usumdadır. Sanıyorum on beş yirmi dakikalık bir zaman dilimiydi bu olay. Bunu da şiirleştirdim.
* Ankara’yı ilk gördüğümde dikkatimi çeken Etimesgut’daki radyo antenleri olmuştu. İstanbul’u ilk gördüğümde ise Arabalı vapurlar, Topkapı sarayı, Kız Kulesi’yle Galata Kulesi, Köprü altındaki Uzun Ömer de belleğimdedir. İçinden tren geçen Zonguldak, Bursa gönül telimi titreten iki kenttir. Yaşamım-da önemli yerleri vardır. Elektriği ilk kullanan Uşak, Afyon. Kütahya, Yozgat da var. Sam-sun’u, Sivas’ı, Amasya’yı, Niğde’yi ,Trabzon’u tanıdığım günler de saklı belleğimde. Örneğin, Devrek’te baston festivallerinde, Bartın’da düzenlenen kitap fuarlarında geçirdiğim sımsıcak, bilgi-sevgi-birikim dolu günlerin hepsini, oralarda tanıdığım güzel insanları da anmalıyım.
* Bir başka yazıda bugünlerden daha ayrın tılı söz etmek ve sizi bu tür anı ve günlerinizle baş başa bırakarak eğer bir yaşama sevici yaratabildiysem ne mutlu bana.İyi günler hepinize.
* Notlamalar : 10 Kasım Perşembe günü ATATÜRK GÜNÜ’ydü. Bütün dünya Atatürk’ü andı. YER GÖK ATATÜRK’tü âdeta. Anıtkabir mahşer yeri gibiydi. Bu gün de Atatürk Günü: Diyor ki: “Sanatsız kalan bir milletin sanat damarları kesilmiş demektir.” Hafta boyunca onun söylevinden notlar düşeceğim.